BİR MARTIYIM BEN
Erkeklerle konuşuyor diye canlı canlı gömülen 16 yaşında bir kız…
Ayrıldığı erkek arkadaşı tarafından tehdit edilen ve yardım çığlığına ‘yetkili ağızlar’ tarafından ne olacak canım en fazla ölürsün diye cevap verilen bir kadın…
Ve daha binlercesi… Acaba bir martı mıydı onlar? Martı mı oldular?
Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002’de yılda 66 olan kadın cinayeti sayısı 2009’un ilk yarısıda 953…
Tüm bunlar hiç yokmuş, hiç olmamış gibi hayatın akıp gitmeye devam ettiği bir ülkede “Uçlar” sahnelemek…
İtiraf etmeliyim… Kişisel tiyatro yolculuğum adına çok gecikmiş bir çaba…
Belki de herşeyi rakamlara indirgeyip ruhsuzlaştırdığımız bir çağda o rakamların arasından fırlayıp gelen bir öyküyü sahneye taşımaya çalıştık.
Kendi beyazlığını yere düşürmemek için çırpınırken, kanatları celladının karasıyla giderek kirlenen bir martının öyküsü mü bu?
Biliyorum ki mahkemelerin ancak ölü bir kadına inandığı gelişmiş dünyadan(!) aldığımız bu öyküyle, mahkemelerin ölü bir kadına bile inanmadığı az gelişmişliğimizin o ağır karanlığına bir kibrit çakmaktan öte bir anlamı yok bu çabanın. Bu oyunu çalışırken bu kadar canımız yandığına göre, seyircimize bir kahkaha tufanı vaat edemeyeceğimiz muhakkak. Ama biz kimsenin üzerine benzin dökmedik ve çaktığımız kibrit sönene kadar elimizde kalacak.
Ben yönetmenin, oyunu üzerine söz almaya hakkı olmadığına inanırım.
Oyun, o söz hakkının ta kendisidir çünkü. Hal böyleyken “Uçlar” ın kendine seçtiği konu, benim için hayatın içinde öyle bir yerde duruyor ki demokrasiyi, insan haklarını, eşitliği tam da o yerden tartışmaya başlamadığım sürece kendi adıma havanda su dövdüğüm duygusundan kurtulamayacağım.
Kadınların ve çocukların her gün, her saat tecavüze uğradığı bir coğrafyada, hayat bunların hiçbiri yokmuş gibi akıyorsa; bu yakıcı gerçeğimize, kadına ve çocuğa şiddet ‘utancımıza’ kör kalan her türlü politik tartışma, tecavüzün bir başka türü değil de nedir?
Tiyatro Martı’nın ramp ışıklarına çıkardığı bu ilk oyununda, gözlerimizin içine baka baka şiddete kurban giden nice martının sesi olmak umudunu taşımıyor sadece. Hangi denizlerde kanat çırpacağının müjdesini de veriyor. Tiyatro Martı bizi eşitliğin, özgürlüğün ve şefkatin sularına çağırıyor.
Çaktığımız kibrit elimizde sönene kadar bir martıyız biz.
Hepimize iyi seyirler.,
Yıldırım Fikret Urağ